Posted in Da Da Da
Posted in Da Da Da
Posted in Arada Gelirler Böyle
kalburüstü faşist bilgi
ki ben itki olmuşum her bünyeye ezelden,
tepilenirken öz-lüğüm,
göz-lüğüm kaotik bir pencereden
bakıyor gelmişine geçmişini silme küfür,
naif olan yeğdir benlikten,
ve amaçsız bir oluş, biçimsiz suratım,
sakallarıma kuşlar tünemiş,
gözlerim benden septik bok çukuru,
ama aşk var,
bir bilge kadının kucaklarında uyumak,
uyumak! uyumak var ya gerisini siktir et
Posted in Şiirimsiler
eski bir hatıra defterinin arasından üzerine kahve telvesi yapışmış yarım yamalak okunabilen yazılar gibi babası. eskiden ekmeğini yanaklarına banardı. birazdan elmacık kemiklerini yiyecek sanıp, kaçardı. sonra yine o masum küçük elleri, ellerini tutardı usulca... gamzeleri yok artık yüzünde çocuğun, hoş babası da yok. kulakları sükunetten ağır bir körlük yaşıyor şimdi. beyninin ırzına geçiyorlar çocuğun, duymuyor! öyle çok düşünce geziyor ki beyin koridorlarında, gelip geçen hiçbir şeyi görmeye fırsatı olmuyor. bilirsiniz, ormanların kapıları olmaz. öylece giriverilirdi içerisine, bir vişne ağacı dikmişlerdi eskiden bilmem hangi ormanın en kuzeyinde bir yere. ağaç kocaman oldu şimdi, çocuk hala çocuk. bak! sizin ellerinizle kuruttuğunuz bu ağaç o çocuk! artık dallarında gezinip, eskisi gibi yazılar yazamıyor bile. ama geç de olsa anladı artık çocuk. kireç tutmuş ayakları, koşmayı bir topun peşinden çoktan bırakmış müphem eczalara kanıp. dizleri üstüne düşmüş bir zaman sonra, alay ederken tüm alaylı sokak çocukları, o umursamamış. insanlardan korkarken, kendi başına ayakta kalmaya çalışmış çocuk. ne babası ne annesi ne de bir başka insan mevcudiyeti elinden tutmamış. o ise yürümeyi unutmuş koşmaktan kendi mevcudiyetine. soğuk terler döküyor bugün duvarları çocuğun, üşüyor biz biliyoruz. sızlıyor çürümüş kolları, bacakları koşmaktan müzdarip, sıkılıyor kalbi patlayacak gibi beyninin üzerine. gözlerini deviriyor önüne, gözlüklerini el yordamıyla aradığı o boş hava türbülansı bile hoşuna gitmeye başlıyor... yavaş yavaş soyuluyor tüm aidiyetlikleri kendinden başka herşeye olan. üzerinde başka eller gezinmiyor şimdi, şimdi çocuk ellerini herşeyin üstünde gezindirmeye karar veriyor. bir yılanın kendini yenilemek için değiştirdiği kinin, çocuğun kimliğini değiştirme çabası kadar yüce. iç çekiyor yine de, belki herşey böylesine karmaşık olmayabilirdi. dönüyor babası yine zencefilli çayını yudumluyor, annesi çoktan bırakmış herşeyi hiçbir şeyi suçlayamıyor. çocuk yorganın altına giriyor sessizce, azalır dediği korkuların zaman içerisinde metamorfik çığlanmasının tam karşısına dikiliyor. tüylerimiz diken! kimisi intihar edecek diye gözlerini kapatıyor, kimisinin yüreği kor alev, yanıyor! çocuk ellerini öne uzatıyor tanrıya sunulmuş adak gibi! çığın karşısında büyüklük taslıyor. ama ben biliyorum, çocuk çığı perişan etmek için tüm mevcudiyetini bir mistik savaşçı gibi kullanıyor... ve bugün hepimiz adımız gibi biliyoruz ki çocuk çığı tüm heybetine rağmen paramparça etmiş ve dimdik ayakta!
Posted in Arkadaşlar Hakkında
varolanı anlatmanın n tane yolu var. kaba saba işaretlenme dillerinden tut, onlarca felsefi akımın içindeki betimlemelere ve yeryüzünde yer alan tüm semantiklere göre farklılıklar içerebilmektedir. bir de bunları karşı tarafın anlağına indirgeyebilmek için bizzat bilinçli bir şekilde geliştirilen diller vardır ki bunlar heidegger'e göre varlığın evidir. heidegger dile mile bulaşmadan evvel herşeyin temeline varlığı koyarak "lan varlık nedir amk?" demiş durup dururken. varolanı zilyontane anlam üzerine yükleyebiliyoruz tamam da bunun en dibinde daha en başında ne vardır diye soruzlayagelmiş. adam bunu öyle çeviriyor olmuyor böyle çeviriyor olmuyor bir türlü bir cevap bulamıyor ve belirsizlik içine düşüyor. e adam zaten dindar lan allahı da bulamıyor da orasını şimdi pek karıştırmayalım bir de buradan peygamber yardırması yapmayayım. neyse tabi eleman buna bir cevap bulamayışnda yaşadığı belirsizliği cevap verememekte öküz olduğundan değil de kurcukladığının yani varlığın belirsizliğinden kaynaklandığını düşünüyor. ben de düşünüyorum sen de düşün. zira düşünün doğrudan herşeyi kapsayan bir cevap veremiyoruz ki dada verir o ayrı. öğretilerimizi sikeyim anlamlandırmaya çalışmaktan sıyırıyoruz. derken eleman varlığı anlamlandırmadan evvel tüm dış belirtgenleri düşünüp tartışıyor kendince -içinde bulunduğu şizofrenik durumu düşün lan- ve en nihayetinde varlık ile varolanın birbirinden farklı olduğunu ifade etmeye karar veriyor. öyle ki eleman varlığın her sorgulanışında varlığın gizlendiğini düşünüyor ki haklıdır. hatta varlık kendini düşünsel olarak açığa vurmasına rağmen aynı zamanda bu düşünce için de gizli kalmaya devam ediyor. bu bağlamda bakınca eline aldığın taşın o andaki varoluşunu anlamlandırmaya çalışırken taşı elinde tutuyor oluşunun tüm olasılıklarını da göz önünde bulundurmaya çalıştığından en temel noktadan uzaklaşıyor ve varlığını yitiriyorsun ki metafizik düzlemin eksikliğini de buradan yakalıyor. tam bu noktadan sonra varlığı zaman ile bir ilişki içerisine sokarak zamanı varlığın anlağa indirgenmesinin yevmiye defteri yapıyor. adam varlık ile zaman arasındaki doyumsuz ve vahşi seksi anlatırken varlığı açığa çıkan ortada yarrak gibi olanı ele almıştır. fakat bence birbirlerini sikip attıklarının ayrımına nasıl varıldığını ve onca zevkten sonra nasıl da paramparça olduklarını görmezden gelmiş yavşak. neyse varlığı açığa çıkanı yani yarrak gibi ortada olanı ele almıştır dedik ki o buna dasein demiş. ben bizim anlayacağımız bir biçime sokarak yarrak diyorum. sonra eleman zamansallığı yarrağın varlığının anlamı olarak ifade etmeye kasmış. aslında burada bir hinlik yaparak zamana zamansallıktan ulaşmaya çalışıyor ki zamansallığın içindeki destrüksüyonu da iyice irdeliyor ve zamansallığı da zamanın içinde olup yine zaman tarafından belirlenen olarak ortaya koyup yarrağı zamansal olarak ifade ediyor. şuradan da eleman varlığın yitimini kurcuklamaya devam ederekten yitimin varlığın gelişim süreciyle alakasız olduğunu ve varlığın her anında onun cebinde olduğunu düşünüyor. heide nihayetinde belirginleşen bir şeye kavuşmuş olarak diyor ki her yarrak kendi yitimini deneyimleyip kendi gelişimini izleyecektir. şimdi o yarraklar biziz diyelim. dada lan o yarrak benim misal. benim hayatımın anlamı yitimime yönelik bir varlık olduğumu kabullenişim ile anlamlandırılacaktır heidegger'e göre. bu da elemanın zamanı birey varlığının anlamını belirleyen bir olgu bütünü olarak açıkladığını gösteriyor ki bence sorguladığı herşey yanlıştır, ya da değildir. bir de bunu çürütmesini yapalım (arkası gelecek)
Posted in Arada Gelirler Böyle
gece koynuma sinmiş. "azrail!" dedi çocukluğum. babamın benim için biçtiği gelecekteki doktor kimliğim. bir elinde tesbih, ağzında salavat. çocukluğum korktu küfretti doktorluğuna. doktorluğum neşteriyle çizdi çocukluğumun yüzünü. yanlış tedaviler uyguladı zaman, hasta ettiklerini iyileştirmek için. ben izledim sustum. arkamı döndüm çocukluğum, önümü döndüm babamın yarattığı kimliğim. çekildim aradan. kuzeyi de sikeyim, güneyi de sikeyim. ben batıya gidiyorum arkadaş. batığa gitsem de batıya. şimdi varsın çocukluğumla doktorluğum öldürsün birbirini. bir gram vicdan azabı hissedersem eğer na bu elimdeki rakı boğazıma düğümlensin.
Posted in Arada Gelirler Böyle
bahsedilmedi kutsal kitaplarda hiç ama sıkıldı tanrı cinsiyetsiz meleklerinden. adem'i dikti dünyaya, adına da insan dedi. dünyayı adem'e verdi. "bak evlat buradaki herşey senin. ister at koştur ister sıç ne istersen yap." sıkıldı tanrı sade adem'in şaklabanlıklarından. havva'yı dikti yanına. havva'yı dikerken yeryüzünün ilk yasağını da getirdi. "bu elmadan yemeyin! bunun dışında ne isterseniz yapın" insandır naçizane adem de havva da yediler elmayı. havva'yı bir köşeye, ademi bir köşeye attı. acıdı sonra. yine bir araya getirdi adem'in sikini gösterdi, havva'nın amını. dedi bunları kullanın. kullandıkça beni şereflendireceksiniz dedi. tanrı dedi. insan bilmiyordu. adem ile havva birleşti 2 erkek çıkageldi havva'nın mahremiyetinden. biri ötekini öldürürken yeryüzündeki ilk cinayet de işlendi. tanrı bir kadın daha gönderdi, sonra habil onunla birleşti. sonra herkes birleşmeye başladı. zevk-ü sefa içinde, kendimizden geçene kadar boşalırken içimizdeki o ilk katili, o ilk yasağı çiğnemenin hazzıyıla boşaldık hep. biz istemedik ki, tanrı öyle emretti. tanrı bize sevişin dedi. böylece yeryüzünde var olan en iyi kurgulanmış, en fazla karakterli porno filmini seyredebildi tanrı.
bir de işin öte tarafı var. meteor düştü ya gönlümüzün üstüne. sudan çıkageldik hepimiz şekilden şekile girerek. çükümüz, vajenimiz belirdiğinde başladı kendimizi üretmeye devam etmemizin gerekliliği kendini hissettirmeye. öyle ya kadın memesi görünce hareket eden, sertleşen organımız var, dikilmiş siki görünce içi gıdıklanan, amı sulanan kadın var. bunlar birbirine ait olmalıydı. tüm varlığımız onlardı birleştirdik beraberce. bir vakit geçti bizden bizler çıktı böyle. biz sadece kendimizi yaymak istedik. seks nedir bilmeyiz? ama biliriz neyse ondan daha çok başka bir şeyden zevk almayız. güzel tarafı tanrı izledikçe mastürbasyon yapıyor diye değil, sırf biz keyif aldığımız için yapıyoruz.
sonuca gelince; kadın ve erkek birleşti milyonlarca biz oluştu. biz oluştukça sosyalleştik. biz oluştukça kültür çıktı, biz oluştukça yasaklar. biz oluştukça matematik, oluştukça fizik. sonra tüm bu bizden gayrı oluşanlar bizi öldürdü. biz oluşturduklarımızın kölesi olduk. hiçbir şeyin köleliği altına girmem! dediler yalan söylediler. biz zaten ürettiklerimizin kölesi olduk. sekse ne oldu? ya artık işlenmekten korkulan bir günah, ya da artık kaldırım taşlarına düşmüş bok parçası. ne fark eder ki? biz bizi unuttuk.
Posted in Arada Gelirler Böyle
çayı olmuştu, hemen bir bardak çay doldurup cigarasını sararak barakasından dışarı çıktı. dışarıdaki enfes havayı derin derin içine çekti. ne de soğuktu dışarısı. dedik ya lodos var. uçurur alimallah insanı... sandalına doğru ilerledi. bugün balığa çıkacaktı. ama öyle yemek için çıkmıyordu balığa... balıkları tutup tutup serbest bırakırdı o... liman'a ulaştığında sandalnın üzerindeki brandayı kaldırırak düzgünce katladı ve sandalın içine koydu. bir kaç dakika sonra bir roro aborda yaptı bay x'in sandalına. bu esnada farketti ki oltasını ve yemlerini evde unutmuştu. koşa koşa eve döndü ve oltasıyla yemlerini alarak geri dönmeye başladı. o sırada hemen yolun karşı tarafında kalan markete giderek, biraz beyaz peynir, yarım kilo turşu, bir 35lik altınbaş rakı aldı. bir de uzun samsun cigara... sandalına geri döndü. "gaydırı gubbak seni... bugün bozyel'de var bakalım üstesinden gelebilecek miyiz?" dedi sandalına. sandalının adı hafifmeşrep idi. ondandır gaydırı gubbak deyişi. bütün balıkçılar açılmaya başlamıştı... bay x hafifmeşrep'in badernalarını çözüp, avaraya hazır hale getiriyordu. bir kaç dakika sonra hamdi kaptan belirdi öteden;
hamdi kaptan : uşağum rastgele. neye çıkaysun ha bucün?
bay x : gaço'ya gideyrum hamdi kaptan. gel seni de cötureyum.
hamdi kaptan : (kahkahayla) ula uşağum heç beceremeysun bizum gonuşmayu. hele pirak sen normal konuş anlayrum pen senu.
bay x : (gülümseyerek) eyvallah kaptan.
hamdi kaptan : cine almişsun nevaleyu. pırak uşağum bu naleti. yazuk edeysun da çendune. satnen paluklaruda avlayup avlayup salayisun. sonra akillanayıler pize de babafingo kalayi.
bay x : (gülerek) ah be hamdi kaptan. ben de bu "naleti" bırakmak isterim ama o beni bırakmıyor. sabah uyanıp balığa giderken içimi gıdıklıyor sanki. iskorpit gibi...
hamdi kaptan : töbve allahum yarappim. sen bu uşağa akul fikur ver. haydi rastcele uşağum.
bay x : eyvallah kaptan. sana da rastgele.
yanına aldığı malzemeleri kontrol etti. çavalye tamam, nevale tamam, olta tamam, yemler tamam, hırsız tamam, iğneler tamam, kakıç tamam... herşey tamamdı. sandalın içine girip, küreklerini iskarmozlarına yerleştirdi. yavaş yavaş ege'nin günindisine doğru gitmeye başladı. en güzel balıklar batıda olurdu sabahın bu saatlerinde. balıklar uykucu, tembel hayvanlardır... güneş doğana kadar azami uyumaya çalışırlar. o yüzden denizin batısı sabah vakitlerinde en uygun avlanma yerleridir. çünkü güneş önce doğudan ışıldar. üstelik batıda bu şafak karanlığında yakamoz bile görmek mümkündü. ve üzerinde çombalak atan yunuslar ile deniz kızları... hafif hafif çekmeye başladı kürekleri bay x, sandaldaki radyoyu da açarak bir türk sanat musikısi kanalı buldu... ismail hoca efendi'den "gamzedeyim deva bulmam" ile açıldı kürdilihicazkar makamında... nasıl da coşku doldu içine. nasıl da her şarkıya eşlik etti... daha içmeden şarkılarla kafayı konyağa çevirmişti bile neredeyse... açıktan kuzeybatıya doğru 3 - 3,5 km kadar gelmişti. Yem poşetinden çıkarttığı akyemleri, iğnelerin ucuna büyük bir titizlikle yerleştirdi. sarımlayıp da oltasını sanki gökyüzünü avlayacakmışsına var gücüyle yükseğe ve ileriye fırlattı... oltanın kıçını iskarmozun kuytusundan geçirip, nevale poşetini açtı. önce beyaz peyniri çıkarıp, cebinden çıkardığı baba yadigarı çakısıyla ince ince dilimlemeye başladı. kornişonları da kenara ayırıp, onları da aynı ölçülerde doğradıktan sonra, uzun rakı bardağını yarısına kadar rakıyla doldurdu. ayaklarını hafifmeşrep'in sancak tarafına doğru uzatıp, uzun samsun paketinden bir adet cigara çıkardı. çakmağıyla yakıp derin bir nefes çekip, rakısından br yudum aldı. oltasını iskarmozdan kurtarıp kucağına aldı ve şapkasını gözlerine çekerek, başını da geriye yaslayarak sessiz sessiz beklemeye başladı. sessizlik öyle mükemmel bir şeydir ki, o esnada aslıdna gündelik hayatta duyamadığımız pek çok şeyi duyarız. burada ne insan mırıltısı vardır, ne araba freni sesleri, ne de içkici yeni yetmelerin kız kavgaları... burada dalga sesi vardır, martıların suya dalıp balık avlama sesleri, balıkların çommbalak sesleri... ve daha akıl erdiremediğimiz onlarca farklı ses. kulaklarımızda evrenin yarattığı en harika ses raksını duyurur bize... bir de radyoda en kısık sesiyle zeki müren vardır, ona eşlik etmeden duramazsınız böyle zamanlarda... oltasında hala bir kıpırtı yoktu. rakı kadehine yönelip bir yudum daha çekip, cigarasından bir fırt daha aldı. diline iğneleyip de "ben küskünüm feleğe" şarkısını... bir kaç dakika sonra oltası kolunu uçuracak gibi çırpınmaya başladı. "hele hele nesin sen canım böyle" diyerek makarayı var gücüyle hızlıca sarmaya başladı. ama öylesine kuvvetliydi ki çırpınış bir an bay x'in denize düşeceğini sandık. ayaklarını alabandaya yaslayıp sırtını da geriye verip oturdu. oltayı göğüs hizasın çeke çeke makarayla sarmaya başladı. çırpınma azalmıştı. balık yaklaşıyordu... çırpınış tamamen sona erdiğinde hemen sandalın kenarına gelip balığı almak için denize doğru eğildi...birden gözleri kamaştı ve elleriyle gözlerini ovuşturmak zorunda kaldı. elini denizin içine sokarak aşağıdakini kayığa çıkarmaya çalıştı... yüzündeki şaşkın ifade bir an olsun eksilmedi, aksine daha da büyük bir şaşkınlık ifadesi kaplamaya başladı. sandala çıkardığında yakaladığını, kendisini geriye atarak irkildi..."nasıl olur yahu. hayal görüyorum yine... hızlı içtim galiba." diye hayıflanıp kendisine bir çimdik attı...
Posted in Denemeler
Posted in Hastane Günlüğü
Posted in Arada Gelirler Böyle
Dergimizin ilk sayısında Sigmund Freud’un teorisi olan “psikanaliz” üzerinde duracağız. Tanım olarak baktığımızda psikanaliz, Freud’un geliştirmiş olduğu psikolojik yöntemlerinin tamamını oluşturan psikoterapi tekniklerini ifade etmektedir. Psikanalizdeki amaç, hastaların zihinsel değişim süreçleri ile ortaya çıkan bilinçdışı edimlerini bulmaktır. Ayrıca bu şekilde hastanın hürlüğünü kısıtlayan ve artık kullanılmasının bir hükmü olmayan ilişkilerini açığa çıkararak, hastanın içsel huzurunu bulmasını da sağlamaktadır.
2. PSİKANALİZİN ORTAYA ÇIKIŞI VE GELİŞİMİ
1890’lı yıllarda parlak bir nörolog olan Sigmund Freud çalışmalarını genelde nevrotik ve histerik hastalara tedavi bulmaya çalışmıştır. Bu süreçlerde pek çok hastada değişik metotlar uygulayan Freud, pek çok hastasının rahatsızlıklarının temelinde toplusal kültür tarafından kabul edilemeyen, bastırılmış ve bilinçaltında gelişen cinsel taleplerin dışavurumundan kaynaklandığını gözlemlemiştir. Bu doğrultuda düşüncelerini yoğunlaştırarak da psikanalizin temelini oluşturmuştur.
Sigmund Freud’un kendi orijinal fikirleriyle yarattığı psikanalitik kurama göre zihnin yapısal işleyişi, psişik öğeler, kişilik gelişim ve değişim süreçleri etkin bir bakış açısıyla anlatılır.
Freud psikanalizin aşağıdaki hipotezler ile oluştuğunu göstermektedir.
1. Bireyin gelişimi ve değişiminin anlaşılabilmesinin en mutlak yolu cinsel isteklerinin değişkenlerinin analizidir.
2. Bireylerin arzularının tetiklediği bilinçdışı çatışmalar kendilerini dil sürçmeleri ve rüyalar gibi benzeri yollarla belli eder.
3. Bilinçdışı çatışmalar nevrozdan kaynaklanmaktadır.
4. Psişik karmaşalar cinsel ve saldırgan istekleri baskı altında tutar ve bu istekler de düşüncenin bilinçdışı sistemlerinde saklanır.
5. Nevroz, psikanaliz ile bilinçdışı taleplerin ve bastırılan duyguların bilince tekrar yerleştirilebilmesiyle tedavi edilebilir.
Bunun gibi temeli atılmış bir hipotez ya çürütülmek üzere ya da daha da geliştirilmek üzere incelenir. Gerek bu görüşleri çürütmek, gerekse daha da geliştirmek adına pek çok kişi psikanaliz üzerine çalışmalar yapmıştır. Aşağıdaki psikanaliz çeşitleri de bu geliştirmeler ve değiştirmeler sayesinde ortaya çıkmıştır.
1. Kendilik Psikolojisi (insanlarla iletişim kurarken dengeli bir bireylik hissinin gelişimini empati kurarak oluşturmaya sağlayan düşünce)
2. Analitik Psikoloji (ruhsal yaklaşımları belirtir)
3. Nesnel İlişkiler (bireyin kendi yarattığı “diğer” kimseler ile olan ilişkilerini irdeler)
4. Lacancı Psikanaliz (temel psikanalizi HEGEL Felsefesi ve semiyotik ile birleştirir)
5. Kişilerarası Psikanaliz (bireyler arası iletişimde detayları vurgular)
6. İlişkisel Psikanaliz (nesnel ilişkiler ile kişilerarası psikanalizi birleştirerek yeni bir görüşsellik ortaya koyar)
7. Modern Psikanaliz (psikanalizi bütün duygusal bozuklukları iyileştirme aşamasında kullanılabilir hale getirmektedir)
Bu gibi birbirinden ayrı yaklaşımlar gelişmiş olsa da hepsinin temelinde bireyin kendi kendini aldatması ve geçmişinin durağan ruhsal yaşantısına etkilerini vurgulamak yatmaktadır.
Düşündüklerini kitaplarında toplayan Freud pek çok psikolojik rahatsızlığın çözümlemesini başarıyla tıbba kazandırmıştır. Kitaplarından bazıları; “Psikanaliz Üzerine Beş Ders”, “Günlük Yaşamın Psikopatolojisi”, “Uygarlığın Huzursuzluğu”, “Haz İlkesinin Ötesinde Ben ve İd”, “Psikanaliz ve Uygulama” ve “Bir Yanılsamanın Geleceği” örnek olarak gösterilebilir.
3. PSİKANALİZ TEKNİĞİ HAKKINDA
Aslında hepimiz gerek medya, gerek arkadaş sohbetleri gerekse de kitaplardan psikanaliz tekniği hakkında bilgi sahibi sayılırız. Hani o hep “çocukluğumuza inelim” sözleri psikanalizin temel safhasını oluşturmaktadır.
Psikanalizde temel esas serbest çağrışımlara dayanarak hastanın bilincine gelen her şeyi anlatmasını sağlayarak transferans analizini ve dirençliliğini belirlemektir. Bu cümleyi biraz daha açmamız gerekirse transferans analizinin tanımını yapmamız gerektiği aşikârdır.
Transferans, hastanın geçmişte etkilendiği ve şimdi dışa vurduğu kendine ve sosyal çevreye rahatsızlık veren dürtülerinin arkasında yatan ilişkisini ya da ilişkilerini analiz ederek ortaya çıkarma aşamasını ifade etmektedir. Başarılı bir transferans evresinden sonra ortaya çıkan “kötü kişilik” bulunarak hastanın içsel huzurunu bulması sağlanabilir. Şimdi bunu bir örnek ile açıklarsak sanıyorum transferans evresi hakkında hiçbirimizin aklında bir soru işareti kalmayacaktır.
On yaşında bir erkek çocuğu kahramanımız olsun. Ailesinin ona karşı uyguladığı baskıcı rejimin had safhada olduğunu varsayalım. Ayrıca çocuğun yaşadığı evdeki küfürleşmelerin ve dayakların da huzursallığı ne kadar bozduğunu düşünelim. Çocuk hep ağlıyor ama o çocuk aklıyla hiçbir şey de yapamıyor, katlanmaktan başka. Bu da yetmezmiş gibi çocuğun babasının her gün belli zaman aralıklarında onu cinsel olarak taciz ettiğini düşünelim. Ama buna rağmen tam bir erkek gibi yetiştirildiğini ve bu doğrultudaki baskıların da had safhada olduğunu varsayalım. O yaşlarında bu gibi durumlarla karşılaşmış olan çocuk büyümenin her evresinde katlanmak zorunda kaldığı şeyleri, utandığı için gizlemek yöntemine dönüştürecektir. Gizli bir eşcinsel olması muhtemel olup, otoriter olan her birimde korkarak yaşamaya devam etmesi de olasıdır. Üstelik hep sustuğunu da varsayarsak, hiçbir zaman adaletsizliğe karşı çıkamayacak ve haklılığını ifade edemeyecektir. İçinde yaşadığı çatışmaların dışa vurumu, onu daha çok asosyalleştirebilecek ve iletişim kurmakta büyük zorluklar ortaya çıkmasına sebebiyet verecektir. Bu noktada olayların çıkış noktası ilk başta “baba” olmak üzere genel olarak “aile” onun bilinçaltında yaşayan canavarıdır. Bu kötü kişilikleri birer birer ortaya çıkararak, bireyin rahatlamasını sağlayan bu analiz aşaması transferans analizini tam olarak ifade etmektedir.
Hastanın bu durumlara ve bilinçaltında var olan fakat farklı şekilde dışa vurduğu olaylara karşı tavırlarını anlamak ve değerlendirmek aşaması da dirençliliğini ortaya çıkarmaktır.
4. PSİKANALİZE GÖRE ZİHNİN YAPISI
Freud, psikolojik bastırı ile akla sığmayan ve sosyokültürel bakımdan kabul edilemeyen düşünceleri, arzu ve istekleri, acı veren duygu ve travmatik olayları bilinçdışı olarak nitelendiriyordu. Tabi bu durumda içerik her zaman olumsuz olamazdı. Psikanalize göre bilinçdışı, sadece kendi etkileriyle fark edilmekteydi ve bazı belirtilerle kendini açığa çıkarmaktaydı.
Bu durumları göz önünde bulunduran Freud zihnin belli bir yapısı olması gerektiğine inandı ve zihni; ego, süperego ve id olmak üzere üç bölüme ayırdı.
4.1 İd
Freud’a göre İd, zihinde doğuştan var olan ve psişik enerjiyi besleyen yapıtaşıdır. İlkel arzular, cinsellik, susamak, acıkmak vb. güdülerin hepsi İd’de bulunmaktadır. Freud bu psişik enerjiyi doğumla gelen biyolojik bir enerji olarak tarif etmektedir. Bu biyolojik enerjiye Libido ismini veren Freud, bireyin doğumundan itibaren var olan bu enerjinin, gelişim ve değişim süreciyle psişik bir hal aldığını savunur. Ayrıca bu süreç bireyin bilinci dahilinde değil, bilinçdışı olarak gerçekleşmektedir.
İd bireysel hazza göre hareket ettiği için amacı sadece doyuma ulaşmaktır. Bir şekilde amaca varılamaması durumu ise bireyde strese yol açar ve bu kez onun üstesinden gelebilmek için verilen savaşı güçlendirir. Freud bu durumu çözmenin yolunun birincil sürecini “düşünmek” olarak yorumlar. Bu bağlamda, arzu edilen neyse o düşlenerek doyuma ulaşım sağlanabilir.
4.2 Ego
Bireyin doğumundan bir süre sonra gelişmeye başlayan ego Freud’a göre bilinci ve gerçekliği temsil etmektedir. Enerjisini İd’den alıp ona göre de şekillenmektedir. Bu süreçte Ego, düşünceyle yaşamanın mümkün olmadığını söyler ve karar verme ve planlama yeteneklerini devreye sokar. Böylece zihnin yapısında Ego, İd’in sabırsızlıkla doyuma ulaşması için yarattığı düşünceleri, gerçekçi bir forma dönüştürmektedir.
4.3 Süperego
Bu süreç İd ve Ego süreçlerinden sonra oluşur ve birey konuşmaya başladığında, kültürel farklılıkları emmeye başladığında gelişir. Birey büyüdükçe, kültürel faaliyetleri ve gerçekleri, sembolleri, kuralları ve yasakları öğrenip kendine göre içselleştirir.
Hemen doyuma ulaşmak isteyen İd’den sonra devreye giren ego gerekli şartların sağlanıp sağlanamadığını kontrol eder ve süperego da bu noktada devreye girip, gerçekleşmekte olanın öğrenilegelmiş toplumsal kurallara, ahlaki normlara ve çevreye uygun olup olmadığına karar verir ve buna göre de hareket edilmesini sağlar.
Psikanalize göre bu üç yapıtaşı belirli bir sistematik ile bireyin gelişim sürecini belirleyip, kişiliğini oluşturur. Bu yapılar sürekli birbirilerini tetikleyen ve birbirleriyle etkileşen dinamik yapılardır. Bu dinamik yapı Freud’un bahsettiği kişilik dinamiğini ifade etmektedir. Kişilik dinamiği teorisiyle birlikte temel hipotezler geliştirilerek, bilinçdışı güçlerin davranışları etkilediğini savunan psikodinamik kuramcıları ortaya çıkmıştır.
5. FELSEFENİN PSİKANALİZE ETKİLERİ
Psikanalizin iki evresinden biri olan transferans analizi, teori ortaya atıldığı zamanlarda pek yaygın olan rasyonalist akımın öngörülerine ters düşmekteydi.
Rasyonalizm (akılcılık), erişilmek istenen gerçek bilginin doğruluğunun ya da yanlışlığının duyum, deneyim gibi etmenlere değil de zihin, akıl ile değerlendirilebileceğini savunmaktaydı. Kısacası bilginin kaynağı akıldır dediği için, bilginin kaynağına da ancak akıl ile ulaşılabileceğini savunmaktadır. Ayrıca rasyonalizm her bireyin eşit ve değişmez akli ilkelere sahip olduğunu kabul ederek, pek çok mutlak gerçeğin ve “a priori” gerçeklerin varlığını şartsız suretle kabul etmektedir. “A priori ne demek?” diye soran okurlarımıza cevap olarak “Kanıtlanamayacak olguların tümüdür.” dersek sanırım kimsenin aklında bu konuyla ilgili bir bilinmezlik kalmayacaktır.
Rasyonalizmin bu temel ilkeleri, Freud’un savunduğu bilinçdışını tamamen devre dışı bırakıyordu. Öyle ki psikanalize göre, bilinçdışı kavramlar, bireyin gelişimiyle, doğru – yanlış ayırt edebilme yetisiyle doğrudan ilişkiliydi. Dönemin rasyonalistleri psikanalizi hiçbir suretle kabul etmiyordu.
Bu noktada bir başka felsefi akım olan ve rasyonalizmin karşıtı olan irrasyonalizm dikkate değer kılınıyor. İrrasyonalizm en açık ilkesiyle, her şeyin akıl ile açıklanamayacağını savunmaktadır. İrrasyonalizm akımının temel düşünürlerinin başında Alman filozof Schopenhauer gelmektedir. Schopenhauer’e göre asıl gerçeğe erişim “istenç (irade)” ile sağlanabilmektedir. Ayrıca bu istenç kavramı bilinçdışı ve aklı olmayan bir özlüğe de sahiptir. Durum böyle olunca kendisini bütün görünenler dünyasında belli etmesi gerekmektedir. Schopenhauer de tam olarak bunu savunmaktaydı. Ayrıca o’na göre istenç aklın denetiminde olmadığı gibi, adeta insanlarla dalga geçmekteydi. Ünlü filozof istencin, bireyleri gelip geçici tatminlerle ve ulaşılamayacağı aşikar kabul edilen hayallerle, içinden çıkılması güç olan kendinden geçmişlik ve acı hislerine boğduğunu söylemektedir. Bu durumdan kurtulabilmenin tek yolunun ise istenci yok etmek olduğunu savunmaktadır.
İrrasyonalizme göre; yardımlaşmak, kendimizi iyi hissetmeye yönelik edimlerle mutluluğumuzu artırmaya çalışmanın değil, sahip olduğumuz acı ve sefalet duygularını olabildiğince azaltmaya çalışmanın gerçek yaşam biçimi olmalıdır.
İrrasyonalizmin bu gibi temel ilkelerini incelediğimizde aslında psikanalizle ne kadar örtüşebildiğini görüyoruz. Schopenhauer’in “bilinçdışı istenci” ile Freud’un “bilinçaltı” kavramlarının birbirlerine yakınlığı aralarında çok özgün bir bağlantının olduğuna işaret ediyor. İstenç bilinçaltı kavramlar ve olgular ile bilinci etkilemekteydi. Psikanalizin ise bireyin bilinçaltında var olan fakat su yüzüne çıkaramadığı yaşantı ve dürtülerini ifade etmektedir. Bu iki düşünce birbirlerini çok özgün bir şekilde bağlamaktadır.
Freud usu yok sayıp, bilinçaltı olguların varlığını öne sürerek pek çok davranışın, ruhsal süreçler ve dürtüler ile açıklanabildiğini savunmaktaydı. Ayrıca Freud bu savına dayanarak yaptığı araştırmalarda, ortaya çıkan bu davranışların tamamını cinsel istemlerle alakalı olduğunu savunuyordu. Bu görüşü de Schopenhauer’in iki insan arasındaki sevgi duyusunun sadece cinsellik ile alakalı olduğunu savunmasıyla örtüşmektedir. Freud’un yaşam enerjisi diye adlandırdığı libido kavramı ise, Schopenhauer’in temel dürtüler olarak kabul ettiği yaşam ve ölümdeki yaşamı tam olarak ifade etmekteydi. Çünkü üreme isteği, Schopenhauer için yaşam dürtüsünün temelidir.
Mutlaka bahsetmemiz gereken bir nokta daha vardır ki Schopenhauer felsefi yaklaşımlarıyla bireylerin acılarından kurtulmak için onları yok etmesi gerektiğini savunurken, Freud ise bireylerin, bazı davranışlarından kurtulabilmesi için ya da acı çekmelerini sağlayacak unsurlara karşı koyabilmeleri için savunma mekanizmaları geliştirdiklerini savunmuştur. Bu temel benzerlikleri de göz önünde bulundurduğumuzda psikanalizin, irrasyonalizmden oldukça etkilendiğini açıkça görebiliyoruz.
Son olarak benzerliği çok iyi pekiştiren bir cümle söylemek gerekirse, İrrasyonalizm de psikanaliz de temellerinde “hayatın yönetiminin bizlerin elinde olmadığını” savunmaktadır.
İsmail Buğra Özdemir
ARIZA - Kara Köşe - Ekim 2009
Posted in Araştırma
sonra ışıkları,
yatağım beni çağırdı
gitmedim!
sen yoksun diye...
Posted in Şiirimsiler
bulanık sular gibi mazim...
kirletmediler hiç beni,
çamaşırlarını kirlettiğim kadar.
kimisinin dalları değerdi tenime,
kimisinin kökü bendeydi ezelden,
kimisi çırılçıplak yüzerdi sığlarımda,
kimisi ayaklarını ıslatırdı sade...
bataklığa gebe güneş zamanı.
değeni içime göçürürken unutkanlıklarım
değişimin salyalarını akıtan azgınlığı.
kuduzluğunu bıraktı bende...
Posted in Şiirimsiler
içimde yüzerdi aşklarım,
taşlıklarımda eğleşen eşkinalar gibi..
enginimin oburluğuyla yok ettiklerim
şimdi ruhlarını gezdirirler yakamozlarımda
hatırlarım bir geceyi maziden,
çıplaklığını yüzümle ıslatırdı güneş
gitti,
ıssız ormandaki çavlanın başına...
güldürtmedi kendini horozbinalara...
demek ki karada da yaşayabiliyormuş balıklar...
Posted in Şiirimsiler
Posted in Arkadaşlar Hakkında